7 Aralık 2011 Çarşamba

NAZAR OTU



 Nuray, Cem, Aslı ve Ahmet için…

Bağdaş kurup oturdu yanıma. Elindeki poşetten  rengarenk ipleri, çaputları serdi ortamıza. Ağzında ıslattığı ipliği, iğneye geçirdi. Otları birer birer dizdi ipe.  Sıkıntıyla, “hem süs, hem nazarlık bunlar” dedi. Sesi, damağına çarpıp, dişlerine yaslanıp havada ufalandı. İçimi ezdi.

“Hayırdır teyzem, bıktın mı bu işlerden?”

“Bıktım ya, bıktım elbet. Bıkmayım da napayım?”

Aşı çiçeği diye bilirdim bu bitkiyi ben. Mahallenin  çocukları toplanır, otun kapsülü andıran ön kabuklu kısmını  ayırır, içinin tozlarını hafifçe silkeler, omzumuza bastırırdık. Okulda yapılan aşı izine benzerdi, omzumuzdaki iz. Akşamına geçerdi.

Ayıkladığı tohumları, geniş bakır siniyle güneşin alnına  bıraktı Esma Teyze. Araladığı dış kapıdan, taze bahar havası yürüdü içeri.

Sofadan Züleyha’nın sesini duyduk.

“ Mehmet! Muhammet! Kalkın artık!”

Çocuklar,  kahvaltı niyetine ellerine tutuşturulan domatesleri kemirerek yanımıza geldiler. İştahla yedikleri domateslerin suları, avuçlarından, çömeldikleri kilimin üstüne damlıyordu. Esma Teyze, Arapça bir şeyler söyledi çocuklara. İki kardeş, fırlayıp kalktılar. Ellerinin bulaşığını üstlerine başlarına sıvadılar. Birbirlerini ite kaka kapıya kadar yarıştılar. Gülüşmeleri kuş cıvıltıları gibiydi.

Esma Teyze, yazmasını düzeltti. Eğilip, kilimi temizledi. Ayağa kalkıp, dış kapıya uzandı. Eliyle dış kapıya yaslanıp, ayakkabısının topuğuna basarak, çocukların peşinden gitti. Bir bağrış çığrış oldu. Ter kokuyordu geri döndüğünde.

Züleyha, öğleye doğru elinde  sofra beziyle yanımıza oturdu. Annesi, başıyla onaylayınca, kalkıp yer sofrasını kurdu. Büyükçe bakır bir kapta ayran çorbası, kabın etrafına  dizdiği katmerler ve koruk salatasıyla sofrayı hazır etti.

“Çocukları neden beklemedik? Birlikte yesek daha güzel olmaz mıydı?”

Gülümsedi. “Geleneğimiz. Onlara ayrı sofra kurulacak”

Yemek yendikten sonra, yeniden  nazar otlarının başına geçtik. Esma Teyze, elime bir iğne tutuşturup bana bu süsleri nasıl yaptığını öğretmeye başladı. Bir metrelik zinciri tamamlayınca,  beni Züleyha’ya emanet edip, kocasına ve  diğer çocuklarına yemek hazırlamak için mutfağa  geçti.

Zaman; iğnenin içinden maharetle ip geçiren  nasırlı ellerde büyüyor. Geçim için bel bağladıkları bu ota, umutlarını da sarmışlar. Bekar kızlar hazırladıkları süsleri odalarına asıp, dua ettiler mi, güya haftasına talipleri çıkarmış. Cuma akşamları topladıkları taze otları yakınca, kötü ruhlar uzak dururmuş evlerinden.

Züleyha, kız kardeşleriyle beraber,  çok küçükken başlamış bu otlardan  süs yapmaya. Annesi, defteri kitabı bir kenara koyup iğne ipliğe alıştırmış yumuk yumuk ellerini.

“Okumak isterdim senin gibi. Kısmet beklemezdim o zaman. Annem, bunca çocuk yapmasaymış okurdum.”

 ‘Okurdum’ kelimesi boş bir çuval gibi düştü ağzından.  İçine yayılan eksiklikle söyledi bunu, sorar gibi. Zayıf, kırılgan ve inançsızdı sesi.  Kim bilebilir aklından geçenlerin hepsini ağzından koyverdiğini?

Bu sessizlik. Bu acıyı anlama hâli. İçimi burkuyor bu yenilgiler.

“Sevgilin var mı Züleyha?”

Kalakaldı elinde iğne. Dudaklarından yayılan  gülümsemeyi, eliyle kapatırken, gözleri hınzırca geriye çekildi. Al al oldu yanakları. Yazmasının oyası alnına düştü.


19.04.2011

* Akköy Dergisi Temmuz- Ağustos 2011

HANIMLARIN DİKKATİNE



Hanımların Dikkatine, Seray Şahiner’in ikinci öykü kitabı. Adını, mahalle aralarında anons edilen halı overlokcusunun sözlerinden alan kitap, kent kadının hemcinsleri  ve aşk ilişkileri üzerine esprili ve eleştirel diyaloglardan oluşmuş. Olaylar daha çok üç kişi üzerinden ilerlediğinden, kitap roman izlenimi uyandırıyor. Bunun yanı sıra, kullanılan ifadeler, diyaloglar etkileyici.

İlk öykü, yaşantısının önemli evrelerinde, bir kadının çocukluktan yaşlılığa  kırılma noktalarını vurgulamış. Öykü kişisi zorlu yaşamını,  Kemalettin Tuğcu romanlarından çıkarıp, Yeşilçam filmlerinde başrol oynayan karakterlere yaslıyor. Kendini ve hayatına dahil olan herkesi  zihnindeki yeşilçam replikleriyle örtüştürmeyi seçmiş.

İki ayrı öyküde de; ayrı evlerde, aynı şekilde uçuşan perdeler, fesleğenin bile aynı şekilde konumlamış olması bir tesadüf olabilir mi? Bir düzeni ya da titizliği işaret etmekten öte, benzerliğimizi hatırlatan, eşyayla bağımızı ifade eden seçimler bunlar. Aynı semtte, aynı mahallede belki birbirine yakın, belki epey uzak apartmanlarda oturan birbirinden habersiz, birbiriyle çakışan hayatlar. Bizim hayatlarımız.

Şahiner, sözü öykü kişilerinin ağzından aktarırken, onların iç seslerine de ayrıca  dikkat etmiş. Hayatlarını özgürlük temeli üzerine oturtmaya çalışan kadınların dahi, sevilmek uğruna üç maymunu oynamak, ikinci kadın olmak durumuna razı olmaları dikkat çekici. Hayata yetişmenin telaşı içinde en saçma tavırların sineye çekilmesi, telefon başında günler geçirilmesi, haftalarca sevdiği adam gelecek diye yapılan temizlik ritüelleri ve gelmemesi halinde içe atılan öfke, birikenler kat be kat ortalığa serilmiş. Pişmanlıklar, vazgeçişler, iç hesaplaşmalarla dolu  muhakemeler…  “Ben de çok sordum kendime, “Niçin hep sevgilisi, karısı olan adamlara âşık oluyorum; niye onlar gelip direkt beni buluyor?diye. 25’ime gelen kadar ben de bir umut, dünyanın en harika adamını bekledim; kendisi Hollywood filmlerinde çeşitli simalarda başrol oynamaktan bana uğramaya vakit bulamadı.” (s.59) .  Lakin bu iç hesaplaşma, duygulara yenilgiyle yarım kalıyor. Şahiner, bu çelişki halini, ait olma ve sahip olma isteğiyle yerli yerine oturtmuş.

Elif, Sibel, Nergis… Üçü de üniversite mezunu, aynı evi paylaşan kadınlar… Kendi ayakları üstünde durmaya çalışan bu kadınlar, özgürlükleri için çıktıkları yolda; güvenli, korunaklı, sığınılacak bir omuz aramaktalar. Bu omuz başkasının da olsa, bu omuzda başları eğreti de dursa sevgililiklerinden emin olamadıkları erkeklerin, ‘resmen sevgili’si olabilmek için girdikleri mücadele hayret verici. Hayatında yer bulmaya çalıştıkları insanı, kaybetmemek için çırpındıkça dibe vurmalar... Kariyer amaçlarını rafa kaldırmalar… Kendi ayaklarının üstünde durmak sevdası, top yekun ortadan kalkalı çok olmuş. Büyük bir özenle hazırlanılan buluşma; kuaför, ağda, elbise seçimi gibi seramoniler içeriyor. Göz altı kremleri, ojeler…Bir kadının hayatındaki özen ve temizliği simgelerken, yaşlanma korkusu, bir an önce hayata karışmanın acemi telaşı tüm bu zahmete girmenin sebebiyle anlamlandırılabilir. Sonu hüsranla sonuçlanan bu buluşamama hallerine içerleyen kadınlar, her seferinde radikal kararlar eşiğinde, kendilerine odaklanmayı deniyorlar. Ama, gözler çalmayan telefonlara kilitleniyor. Böylece bir mesaj sesi, onarılmaya niyetlenilmiş tüm o ruhsal yapıyı, tuzla buz etmeye yetiyor.

Çocuklukta okunan masallar,  beklenilen prensler, zaman içinde dergiler, kitaplar, filmler  o büyük destansı aşkları yaşama umuduyla dolu değil mi? Herkes, kendi hikayesinin kahramanı değil mi? İşte; kimileri, kendi hikayesinde bile yardımcı oyuncu rolünü üstleniyor, başrol yerine. “Hayat, “British Airways” yetkililerinin planladığı gibi aksaydı, Elif şu anda yerden binlerce feet yükseklikte, başını cama dayamış, yukarıdan, bulutları seyrediyor olacaktı. Hayat, Elif’in annesinin planladığı gibi aksaydı, Elif şu anda kendi ayaklarının üzerinde yükselmiş müdanaasız bir iş kadını (…) olacaktı. Hayat, Elif’in anneannesinin planladığı gibi aksaydı, Elif (…) sofrayı kuracak, bu esnada uyanan çocuğunu emzirirken, zil çalacak, kocası elinde ekmekle eve gelecekti.” (s.123) Galiba hayat  tasarlanarak yaşanmıyor.

Öykü kişileri modern kadın imajı çizmek isterken, gelenek  kavramından fazla uzaklaşamamış kişiler. Birbirlerine hatta kendilerine bile yabancılar. Birbirlerinin hatalarını eleştirirken hem acımasız, hem de şefkatli davranabiliyorlar. İlginçtir, her yeni yenilgiyle kendilerini huşu içinde, kararlı ve güçlü resmetmeleri. Olmak istediklerini hayal edip, bir türlü hayata geçirememeleri.

Yazar; kendine özgü, gözleme dayalı anlatımıyla toplumun ‘sadece’ kadına yüklediği sorumlulukları ele almış. Çelişkiler, telkinler, korkular, kıskançlıklar, gibi kavramların kadın açısından  dışa vurumu, iç çalkantının çok az bir kısmını oluşturur. Bununla birlikte, kendini ikinci plana atanın da yine kadın olma olasılığının, kadının sürekli kendini ertelemesi, fedakarlığı ve yaşadığı hüsranın da altını çizmiş Şahiner.

Seçimler, vazgeçmeler, ertelenenler…Sevilme ihtirasından erkeği mit haline dönüştürmeler… Kısacası;  Hanımların Dikkatine kadının iç dünyasına dair  çarpıcı hayat bilgileri sunuyor.


HANIMLARIN DİKKATİNE / SERAY ŞAHİNER
Can Yayınları / Mayıs 2011 

* Çini Kitap 10.Sayı