Gökhan Arslan, hayatının belki de en uzun şiirini yazdığı “babam beni niye öldürdü” adlı ikinci
kitabıyla yaraya ayna tutmaya (1)
devam ediyor. En eski, en derin ve en güncel haliyle hiç kapanmayan bu yarayı,
büyüyemeyen bir çocuğun özlemini, erkenden büyümüş bir çocuk-adamın öfkesini, yalın
ve sakınımsız haliyle kendine özgü şiir bütünlüğüyle ortaya koymuş. Ruhu olan
bir dönemde mücadelesiyle meydanlarda olan baba, evde belirsiz bir gölge, yenilmiş
romantik bir kahraman, sessizce söylenen bir çift söz, fotoğraflarda kalmış ince
bir gülümsemeyle, evin içinde eksilen bir hayalet olmamış hiç. Bunun yerine
eksikliğiyle var olmuş, özlemle daha da katlanarak büyümüş, elsizliğiyle el
olmuş şair üzerinde.
Arslan, kimi zaman serzenişindeki
çocuksu izleri silmek istercesine babasına ait dünyanın inceliklerini, görkemini,
tüm karakteristik özelliklerini, içine dolan boşluğu, arkada kalmışlığın
olgunluğuyla yüklenmiş. ‘Baba olunca anlarsın’ sözünü işitmeden baba olmayı
anlamanın yollarını çizmiş. Arkasından yaktığı bu 64 sayfalık ağıtla, ona dokunmayı seçmiş. Cansız bir varlığı
sevmenin, bir yandan da onun anısını
büyütmenin, bir insanın kendini yetiştirirken içinde taşıdığı o tarifi imkansız
boşlukla büyümenin zorluğunu, acısını, yankısını duyumsatıyor adeta.
Sıklıkla yinelediği “ anne, babam beni niye öldürdü?” dizeleriyle intiharın tek kişilik bir ölüm
olmadığının altını çiziyor Arslan. Kalanların da o intihara dahil olduğunu.
Eksikliği. Bu eksikliğin sadece eksiklik olmadığını da. Yenilgileri, tahribatı,
ruhu zedeleyen ince keskin bir yarayla yaşamanın zorluğunu. Hemen büyümeyi,
büyürken bu izi hep taşımayı. Tüm bunların yanında yaşanılan coğrafyada artık o
evin erkeği olmuşluğun, güçlü olmak-durmak zorundalığını, annenin kadınlığını kazaklarla
birlikte dolaplara kaldırmışlığını, siyasi bir izi öğrencilik hayatı boyunca
zihninde taşımışlığın toplamı ‘keşke’ sözcüğünün anlamına karşılık bulamıyor ne
yazık ki.
Bütün kıyılardan uzakta, her şeyin
ortasında, hem her şeyin dışında yurtsuz kalmak gibiyken babasız kalmak, baba
olmak hiç kolay değil. Üstelik evlada baba adını vermek. Evlatta babayı
büyütmek. Arslan, özyaşamöyküsünü anlatırken “babam beni niye öldürdü” de kırmızıya boyanan köylerden, depremde yıkılan
kentlerden, jilet yapılan gemilerden geçerken; yarım kalmışlığını, yaşayamadığı
çocukluğunu kendi kendine teskin ederken tüm o sitemkâr haliyle dahi coşkulu
bir özleyiş içinde. Bir yanıyla da varlığını ikiye bölmüş gibi. Bir tarafıyla
babası olarak, bir tarafıyla kendisi var olmuşçasına.
Bir hesap sorma anlamını taşımıyor
sadece “anne, babam beni niye öldürdü?”
dizeleri. Kıstırılmış ve kışkırtılmış bir gençliği tek başına göğüslemenin sancısı
baskın geliyor daha çok. Kundaklanmış bir evden kaçar gibi kaçmışken
geçmişinden, yedi yıl sonra özlemini ve öfkesini seriyor ortaya bir parça. Hep
kıyıda kalmışlığı, kıyı şehirlerinde yaşamışlığı, her şeyi bağlaç yapıp soruyor
olmayanı geride kalana, “ anne, babam
beni niye öldürdü?” Kendine bir bağ
arıyor çünkü. Bir yere ait olmak arzusu. Bir aileye, bir eve, bir şehre. Sanki
azalacak böylece içinde yıllarca taşıdığı, dirilecek. Bir vücut bulacak.
Sıkışıp kalmışlığın kalıbından kurtulabilecek. Çünkü insan eksikliğini duyduğu
şeyin daha fazlası olması için didinir. Herkesten daha fazla çalışmak, yaşamak
zorunda gibidir. Bu yüzden yalnızdır. “yüreğim/kimsenin
uğramadığı/bir irtibat bürosu”(sf.52) demesi bundandır. Herkesin önünden
geçtiği ama kimsenin fark etmediği biri gibi hisseder kendini. Çünkü, iki
kişilik bir yalnızlığı sırtlanmıştır. Herkesten daha fazla yalnızdır yani.
Zeytin dalını kıskanır, karanfil
tohumlarını, üzüm bağlarını. Biraz daha kopardığı için kendinden. Her akşam okuduğu
mektuplarda infilak eden diğer yarısını arar. Sorar her seferinde yeni bir
anlam peşine düşerek, her seferinde yeni anlamlara bürünerek. Yıllarca bir
sözcüğü gezdirir ağzında. İnanarak yaşattığı... Yaşattıkça büyüttüğü, büyüttükçe
güç bulduğu. Böylece; anlar, bağışlar. Yedi yıl sonra toparlarken içinde
tuttuğu özlemi bir iade-i itibar gibi babasına sunar. Bunu bir ağıt, gecikmiş
bir mektup cevabı gibi, uzun soluklu bir şiir olarak. “Büyü de baban sana acılar alacak” şarkısını herkesten başka dinler
hiç kuşkusuz Arslan, ama yine de hasret kaldığı babasına, Can Yücel gibi o da, “ben, hayatta en çok babamı sevdim”
diyenlerdendir.
(1) Yaraya Tutulan Ayna Şairin ilk şiir
kitabıdır.
Petek Sinem Dulun
13.12.2011
Gökhan Arslan / babam beni niye
öldürdü? / yeniyazı yayınları – Kasım 2011
* Ayraç Dergisi 27.sayı