İnsan, sesini yün eğirir gibi eğitir. Hayallerini aynı
titizlikle gerçekleştirmeye yanaşmaz ama. Maratonu favori sporcu olarak koşarken birden durup
arkasına baktığı olur, yavaşlar.(Bunun nedeni belirsizdir) Böyle anlarda ipi
göğüsleyemeden yitip gider her şey. Kısacık bir zamanda. O kısa süre, hayatının
en uzun zamanına dönüşür. Uzadıkça uzar. Gevşer… Sonra aniden sertleşip,
sıkılaşır, gerginleşir insanın en büyük hatası oluverir. Şaşkınlık, korku,
telaş. Bir anda hepsiyle karşı karşıya kalınır. Tercih midir, vazgeçiş midir,
korkunun dibine vurmak mıdır? Açıklanması zordur, anlaşılması pek mümkün
değildir. Ama denir ki, insan halidir. Bunu böyle yorumlayınca yatışır insan,
ılık süt içer gibi tatlı bir sıcaklık dolar içine. Kabullenir.
Hayatlarımızı başkalarının üzerine kurmayız. Ama paylaşırız
hayatı. Ortaklıklar bulur, hikayelerimizi birleştiririz. Yaşamı daha güzel
kılmanın yollarını ararız. Bu arayış bize başka insanların hayatlarına,
kalplerine girmek ve zihinlerinde var
olmak fırsatı sunar. Yetmez. Anılara sığınırız. Acıları çağırırız. Taşıdığımız
yara izlerini artık canımızı yakmıyorsa da bunu sevdiklerimizden çıkarmayı, o
geçmiş acıyı taze tutmanın yollarını aradığımız olur. Denir ki; insan halidir.
İnsan böyle hallene dursun, hikayeler bizi olmadık yerlere çıkarır. Bazen
çıkmaz bir sokak, bazen bir tren istasyonu, bazen yaşlanmış bir ev, bazen de
eski bir saatçinin tik tak seslerine karışır kalp atışlarımız.
Yazdıkça ağırlaşır insan da. Hafiflemez hiç. O hayatları,
hikayeleri zihninde taşır. Yük saymaz. Değerli kılar. Bir onur nişanesi gibi
omzunun üstündedir yeri. Senem Dere, yayımlanan ilk öykü kitabı Hülya Saat ile
insan hallerine, iniş çıkışlarımıza, hatalarımıza bir pencere açmış. Kaleme
aldığı yalnızca içsellik değil. Yaşantılarımızın dününü,
bugününü, zamansız bir gölge gibi ayrıntılarıyla, ön yargılarıyla, açarak gözler
önüne seriyor Dere.
İlk öykü, Saklı İstasyon Oğuz Atay’ın Demiryolu Hikayecileri- Bir
Rüya’dan esinlenilerek oluşturulmuş. Yolda olmak. Yolculuk. Umut, hasret,
yetişme, kavuşma, anılar… Birikmenin insanı yoran doğası. Başka hayatları merak
etme dürtüsü. Yaşlı bir kadının camın ardında dolaşan düşüncelerine anlık dahil
olmayla başlayan, zamanda kaymalarla birbirine eklenen, farklılaşan, kopan
hikayeler toplamı Hülya Saat. Elinde tuttuğu sepetteki hikayelerle, o
pencereden bakan kadının hayata tutunamamışlığı. Hep camın ardında kalan dünyayı hasretle
izlemesi. Öyle kıpırtısız, heyecansız, bir köşede kalmışlığıyla “bir
salon bitkisini andırıyor” (s. 6) oluşu. Tüm bu hikayeler o kadının pencere
ardına bakışıyla oluşan hikayeler toplamı olabilir mi? Bu, yazarın
belirleyebileceği bir oyun olabilir. İsterse okurun da dahil olabileceği.
Hülya Saat, hemen tüm hikayeleriyle karakterleri olaylardan
önce tutarak içselleştirme ve etrafımızda “neler”, “neden”, “nasıl oluyor”u
anlama eğiliminde. Tüm hikaye
karakterleri; farklı sonlara dair, umuda dair, sakladıklarımıza dair, gerçeklerin acı veren sahiciliğine dair her şey de birbirini tamamlıyor. Hikayeler
birbirine eklenirken, dil sakin, anlaşılır ve özenli bir akış içinde.
Senem Dere, küçük yerleşim yerlerinin, herkesin herkesi
bildiği-ya da öyle sandığı- insanlarının komşuluk, aile, aşk ilişkilerinin
farklı seslerinin yansımalarını ulaştırıyor Hülya Saat’te. Kasabaların,
mahallelerin yeni bir aileyi içlerine alma süreçleri. Tanıştıkça ortaya çıkan
sırlar, ilişkiler, çıkarlar. Ama hep bir dalgalanma halinde anlatılmış. Bu
dalgalanma sayesinde çıkıyor belki de görünmeyenler gün yüzüne. Herkes için
farklılaşan sorumluluk, korku, güç sakince ortaya çıkıyor böylece. “bilenler bilir, en kuvvetli ses,
sessizliktir. Dinledikçe artar, çoğalır çoğalır… İnsan ondan başka ses duymamak
için bin kulak kesilir.” (S.53) Sessizce söylenen sözler, hep büyük yankı
buluyor. Fısıltılar çoğaldıkça derin bir sessizlikle konuşuyor insanlar.
Sessizce geçiyorlar. Görmezden geliyorlar. Bir ceza yasasını uygular gibi,
kendilerinden emin. Ağız birliği etmişçesine kesintisiz süren bu sessizlik, yok
saymayla cezalandırmaya dönüşmüş.
Toplumsal sorumluluklar, bağlılıklar, bastırılmışlıklarıyla
yaşayamadıklarını çocuklarında görme arzusu içindeki aile bireyleri.
Topaklanmaması için sürekli karıştırılan çorba başında hayatının akışına, ne yaparsa karşı duramamış
bir kadının çaresizliği. Rahat bir yaşam için evlendiği yaşlı kocasının
beklenilenden uzun yaşaması karşısında, özlemleri, hiç doğum yapamayacak
olmanın bilinciyle oyuncak bebeklerde annelik özlemini bastırma çabası. Tüm bu
insanların, hayatlarının aynı mahallede, aynı apartmanda yaşıyor olmalarına
karşın birbirlerinden bihaber olmaları. Kaderci, mücadeleden uzak, kendilerine
bu denli yabancı, ertelenmiş istekleriyle, gelişemeyen farkındalıkları insanın
içini acıtıyor. “Sanki hayatım benim
olmadığım başka bir yerlerde yaşanıp gidiyordu da ben bir türlü ona
yetişemiyordum.” (s.77)
Bizim insanımıza ait
hikayelerin toplandığı Hülya Saat’te,
sessizlik dayanışmasının, uzayıp giden iç çekişlerin, keşkelerin
ortasında Senem Dere sıklıkla zamanı anımsatıyor. Köstekli saat; düşlerimizi,
durduğumuz yeri gösteriyor. Harekete
geçmek için neye ihtiyacımız var sorusuna cevaplar arıyoruz böylece. Harekete
geçmek için güce, kışkırtılmaya, aşka, umuda ihtiyacımız var. Ya da akıp giden
zamana direnmeyip, bizim için biçilmiş yaşantımıza devam etmeye. İkisi de
tercih edilebilir, mecbur kalınabilir, anlaşılabilir. Ne de olsa hepsi, insan
halidir…
Petek Sinem Dulun
Hülya Saat / Senem Dere / Özgür Yayınları 2009
Akköy Dergisi Mart Nisan 2012 sayı