17 Nisan 2012 Salı

SENEM DERE İLE ZAMANSIZLIKTA GEZİNMEK






İnsan, sesini yün eğirir gibi eğitir. Hayallerini aynı titizlikle gerçekleştirmeye yanaşmaz ama. Maratonu  favori sporcu olarak koşarken birden durup arkasına baktığı olur, yavaşlar.(Bunun nedeni belirsizdir) Böyle anlarda ipi göğüsleyemeden yitip gider her şey. Kısacık bir zamanda. O kısa süre, hayatının en uzun zamanına dönüşür. Uzadıkça uzar. Gevşer… Sonra aniden sertleşip, sıkılaşır, gerginleşir insanın en büyük hatası oluverir. Şaşkınlık, korku, telaş. Bir anda hepsiyle karşı karşıya kalınır. Tercih midir, vazgeçiş midir, korkunun dibine vurmak mıdır? Açıklanması zordur, anlaşılması pek mümkün değildir. Ama denir ki, insan halidir. Bunu böyle yorumlayınca yatışır insan, ılık süt içer gibi tatlı bir sıcaklık dolar içine. Kabullenir.

Hayatlarımızı başkalarının üzerine kurmayız. Ama paylaşırız hayatı. Ortaklıklar bulur, hikayelerimizi birleştiririz. Yaşamı daha güzel kılmanın yollarını ararız. Bu arayış bize başka insanların hayatlarına, kalplerine girmek ve  zihinlerinde var olmak fırsatı sunar. Yetmez. Anılara sığınırız. Acıları çağırırız. Taşıdığımız yara izlerini artık canımızı yakmıyorsa da bunu sevdiklerimizden çıkarmayı, o geçmiş acıyı taze tutmanın yollarını aradığımız olur. Denir ki; insan halidir. İnsan böyle hallene dursun, hikayeler bizi olmadık yerlere çıkarır. Bazen çıkmaz bir sokak, bazen bir tren istasyonu, bazen yaşlanmış bir ev, bazen de eski bir saatçinin tik tak seslerine karışır kalp atışlarımız.

Yazdıkça ağırlaşır insan da. Hafiflemez hiç. O hayatları, hikayeleri zihninde taşır. Yük saymaz. Değerli kılar. Bir onur nişanesi gibi omzunun üstündedir yeri. Senem Dere, yayımlanan ilk öykü kitabı Hülya Saat ile insan hallerine, iniş çıkışlarımıza, hatalarımıza bir pencere açmış. Kaleme aldığı yalnızca içsellik değil. Yaşantılarımızın dününü, bugününü, zamansız bir gölge gibi ayrıntılarıyla, ön yargılarıyla, açarak gözler önüne seriyor Dere.

İlk öykü, Saklı İstasyon  Oğuz Atay’ın Demiryolu Hikayecileri- Bir Rüya’dan esinlenilerek oluşturulmuş. Yolda olmak. Yolculuk. Umut, hasret, yetişme, kavuşma, anılar… Birikmenin insanı yoran doğası. Başka hayatları merak etme dürtüsü. Yaşlı bir kadının camın ardında dolaşan düşüncelerine anlık dahil olmayla başlayan, zamanda kaymalarla birbirine eklenen, farklılaşan, kopan hikayeler toplamı Hülya Saat. Elinde tuttuğu sepetteki hikayelerle, o pencereden bakan kadının hayata tutunamamışlığı. Hep  camın ardında kalan dünyayı hasretle izlemesi. Öyle kıpırtısız, heyecansız, bir köşede kalmışlığıyla  “bir salon bitkisini andırıyor” (s. 6) oluşu. Tüm bu hikayeler o kadının pencere ardına bakışıyla oluşan hikayeler toplamı olabilir mi? Bu, yazarın belirleyebileceği bir oyun olabilir. İsterse okurun da dahil olabileceği.

Hülya Saat, hemen tüm hikayeleriyle karakterleri olaylardan önce tutarak içselleştirme ve etrafımızda “neler”, “neden”, “nasıl oluyor”u anlama eğiliminde.  Tüm hikaye karakterleri; farklı sonlara dair, umuda dair, sakladıklarımıza dair,  gerçeklerin acı veren sahiciliğine dair  her şey de birbirini tamamlıyor. Hikayeler birbirine eklenirken, dil sakin, anlaşılır ve özenli bir akış içinde.

Senem Dere, küçük yerleşim yerlerinin, herkesin herkesi bildiği-ya da öyle sandığı- insanlarının komşuluk, aile, aşk ilişkilerinin farklı seslerinin yansımalarını ulaştırıyor Hülya Saat’te. Kasabaların, mahallelerin yeni bir aileyi içlerine alma süreçleri. Tanıştıkça ortaya çıkan sırlar, ilişkiler, çıkarlar. Ama hep bir dalgalanma halinde anlatılmış. Bu dalgalanma sayesinde çıkıyor belki de görünmeyenler gün yüzüne. Herkes için farklılaşan sorumluluk, korku, güç sakince ortaya çıkıyor böylece. “bilenler bilir, en kuvvetli ses, sessizliktir. Dinledikçe artar, çoğalır çoğalır… İnsan ondan başka ses duymamak için bin kulak kesilir.” (S.53) Sessizce söylenen sözler, hep büyük yankı buluyor. Fısıltılar çoğaldıkça derin bir sessizlikle konuşuyor insanlar. Sessizce geçiyorlar. Görmezden geliyorlar. Bir ceza yasasını uygular gibi, kendilerinden emin. Ağız birliği etmişçesine kesintisiz süren bu sessizlik, yok saymayla cezalandırmaya dönüşmüş.

Toplumsal sorumluluklar, bağlılıklar, bastırılmışlıklarıyla yaşayamadıklarını çocuklarında görme arzusu içindeki aile bireyleri. Topaklanmaması için sürekli karıştırılan çorba başında  hayatının akışına, ne yaparsa karşı duramamış bir kadının çaresizliği. Rahat bir yaşam için evlendiği yaşlı kocasının beklenilenden uzun yaşaması karşısında, özlemleri, hiç doğum yapamayacak olmanın bilinciyle oyuncak bebeklerde annelik özlemini bastırma çabası. Tüm bu insanların, hayatlarının aynı mahallede, aynı apartmanda yaşıyor olmalarına karşın birbirlerinden bihaber olmaları. Kaderci, mücadeleden uzak, kendilerine bu denli yabancı, ertelenmiş istekleriyle, gelişemeyen farkındalıkları insanın içini acıtıyor. “Sanki hayatım benim olmadığım başka bir yerlerde yaşanıp gidiyordu da ben bir türlü ona yetişemiyordum.” (s.77)

Bizim insanımıza ait  hikayelerin toplandığı Hülya Saat’te,  sessizlik dayanışmasının, uzayıp giden iç çekişlerin, keşkelerin ortasında Senem Dere sıklıkla zamanı anımsatıyor. Köstekli saat; düşlerimizi, durduğumuz  yeri gösteriyor. Harekete geçmek için neye ihtiyacımız var sorusuna cevaplar arıyoruz böylece. Harekete geçmek için güce, kışkırtılmaya, aşka, umuda ihtiyacımız var. Ya da akıp giden zamana direnmeyip, bizim için biçilmiş yaşantımıza devam etmeye. İkisi de tercih edilebilir, mecbur kalınabilir, anlaşılabilir. Ne de olsa hepsi, insan halidir…

Petek Sinem Dulun

Hülya Saat / Senem Dere / Özgür Yayınları 2009

Akköy Dergisi Mart Nisan 2012 sayı