23 Aralık 2013 Pazartesi

Şiire pervane




“Bir dilimi zehir zıkkım/ Bir dilimi candan tatlı/ İnsanın tarifi bu oğul/ Sevdanın değil…”der Bedri Rahmi dizelerinde. Derdi insandır, insanın hamurudur. Doğasına bakılmaksızın içi dışı anlaşılamamış, çözülememiş olandır. Onur Caymaz da insan hallerinden, iç sesinden ses vererek oluşturur şiirini. Biçim değil, öz üzerine eğilir. Pervaneyle Yaren’de bir yandan sokağın, canlılığın, büyümenin gerçekliğiyle söz alırken, bir yandan da “köyler: çarpılar atılır kapılara, çekilir çizgiler/ ara sıra “çok gizli” resmi ateşler yakılırken/ ah o yasal suların boğduğu antik evler” dizeleriyle yakın tarihin yangınını koyar ortaya.
Tarih mi yalan, inanç mı...

Haksızlıklara, göz yummalara, sessizliğe dönüşen direnişe ve çözümsüzlüğe karşı itirazları belirir dizelerinde. Gerçeğin yoruma ve algıya dayalı yakın tarihini günümüz için bir pusula olarak alır. Zihin ve bilgi kirliliğine karşı vicdanı savunur. “tarih mi yalandı, inanç mı, yüzümden akan kan mı” sözleriyle inanmaya dair hükümleri sorgular. Çünkü yaşadığımız coğrafyada ağaçları yaşatmak uğruna ölen, uzuvlarını kaybeden gencecik yurttaşlarımızın dahi gösteremediği gerçekler vardır. Adaletin zorbalıkla bastırıldığı, mücadelenin değerinin küçümsendiği… “devlet nedir, nedir birinin yokluğunun artı değeri/ günde on ikiyle bir arası, yılda iki hafta yaşamak nedir” sözleriyle vurgulanan farkındalığın üzerinden geçeriz bu yüzden. “Fotoğraf gerçekliği” sözünün bile gerçekliğini yitirdiği, çeşitli müdahalelerle değiştirildiği bir zamanı yaşıyorken üstelik… Farklı seslerin susturulduğu, mahkûm edildiği, siyasetin “kendinden olana özgürlük ve demokrasi” müjdesi verip “olmayanı oldururuz” anlayışına karşı elimizde ne var? Canlı yayında kaç yangın, küllerini soluduğumuz kaç beden olacak? Öyle ki, ateşi yakanların mağduriyetlerini bile duyuyor kulaklarımız… Düşünce ve sanat insanlarının kavrayışları, analizleri ve ortaya serdikleri bu açıdan bir kez daha önemli.
Daha önce ödül almış iki dosyasını birleştirdiği Pervaneyle Yaren, şairin gençlik ve olgunluk duyumsayışlarının tümleyicisi gibi. Kitaba ismini veren Pervaneyle Yaren Bedri Rahmi Eyüboğlu, Bak Hâlâ Çok Güzelsin ise 2004 Behçet Aysan şiir ödülünü kazandırmıştı şaire. Lise yıllarından bu yana ilerlediği şiir yaşamında, ısrarıyla, istikrarıyla varlığını devam ettirmiş Caymaz.
İkinci bölüm, yani Bak Hâlâ Çok Güzelsin’de güncelden, yaşantılar toplamından, izlenimlerden sonra şairin kendi özyaşam bilgisine doğru yol alırız. Pervane meselini okumuşuz, izlemişiz, anlamışızdır da sıra yarenlik etmeye gelmiştir sanki. Bak Hâlâ Çok Güzelsin çoklukla içe dönük bir yapı gösterir. Daha kişisel, daha naiftir. Şairin şiir bilgisinin olgunlaştığı, duygu atmosferinin yoğunlaştığı bu bölüm, farklı bir “pervane” olma haliyle bütünleşir ilk bölümle birlikte. Kitaplar, dergiler ve gazetelerle kazandığı deneyim ve kültür hayatıyla, kendi günlük hayatı (aile, okul yılları, aşk, özlem) arasındaki bağı sağlayan bu “pervane olma hali” olmasın sakın?
Şair, Pervaneyle Yaren’de bir tür gücü simgeleştirir. İnançtan, öfkeden ya da aşktan doğan bir gücü… Onu aramak gerekir inceliklerde. Mesela şiirde. Caymaz pervane olmuştur şiire, şimdi sıra yeni yarenlere ulaşmakta!
Petek Sinem Dulun

Onur Caymaz / Pervaneyle Yaren / Tekin Yayınevi
Radikal kitap ekinde yayınlanmıştır.( http://kitap.radikal.com.tr/Makale/siire-pervane-387111 )

10 Aralık 2013 Salı

SAHTE


Söyleşi: Mehmet Erte – Petek Sinem Dulun
Kapağındaki karanlık havaya rağmen Sahte eğlenceli bir kitap.
Kapakta Erdoğan Zümrütoğlu’nun desenini kullanmamak için elimden geleni yaptım. Sahte için bir görsel ararken ilk olarak Erdoğan’ın atölyesini ziyaret etmiştim. O akşam seçtiğim deseni hiç kimseye beğendiremediğim gibi zamanla kendim de beğenmez oldum ve çok uzun bir arayışa koyuldum, hatta kalemi kâğıdı elime alıp çeşitli denemelere giriştim. Bu denemelerimde beni Erdoğan’ın çizgilerini taklit etmeye götüren şeyi daha sonra, tüm arayışlarımdan elim boş dönünce anladım. Erdoğan ilkeldi. “Çağdaş sanat” diyoruz ya, adam sözcüğün tam anlamıyla “ilkel sanat” yapıyor. Üretilmiş bir ilkellikten değil, basbayağı ilkellikten bahsediyorum. Kendini beğendirme çabasına girerek benliğinden vazgeçmemiş olanın ilkelliği… Neyse. Kapak için seçtiğim başka bir-iki çalışmayı da çeşitli engellerden ötürü kullanamayınca Aslı Akarsakarya sayesinde Erdoğan’ın “İkizi” adlı desenini bir kez daha keşfettim. Aslı “İkizi”ni alıp kapakta görsel için ayrılan alanın sağ alt köşesine attı ve etrafını kararttı. Ona Sahte’nin mizahını ileri sürerek itiraz ettiğimde, kitabımı asla mizahı merkeze alarak düşünmediğini ve “İkizi”nin somurtuk bir desen olmadığını söyledi.
 –Peki, sizin merkeze aldığınız nedir?
Bence kitaplar varoluşumuzun karanlıkta kalan bir bölgesinden ses verdikleri zaman değer kazanırlar, ama böyle bir gerekçeyle değil, bir dürtüyle yazılırlar.
Sizi harekete geçiren neydi?
Sahte’yi yazmaya başladığımda 20 yaşımdaydım. Yazdıklarıma bir değer biçmemi sağlayacak araçlardan bütün bütüne yoksun değildim, ancak elimdeki araçlar bana mı aitti acaba? Yazdıklarıma başkalarının kıstaslarıyla değer biçerek nereye varabilirdim? Bildiğimi okuyacaktım, ama ben ne biliyordum ki, hiçbir şey. İnsanın keşfedilmeye değer bir özü var mıydı? Özgün olmak mümkün müydü? Sanat insanlarla aramdaki kapanmasını umduğum mesafeyi açmaktan başka bir işe yaramıyordu. Sahte de tüm yazdıklarım gibi sanatın yalanına karşı tepkiden doğdu. Dışarısının bereketli toprakları yerine içimin çoraklığına yöneldim.
Bir yerde “Tüm metinlerin ‘göz’le çarpışarak –görüldüğünü, diğer bir deyişle okunduğunu duyarak– ortaya çıktığını” (Kitap-lık, Kasım 2008)  söylemiştiniz.
Nasıl ki okur “okuma”nın sancısını çekiyorsa, metin de “okunma”nın sancısını çeker, hem de doğuş ânında.
Öykülerinizde olduğu gibi, Sahte’de de hep okurla kavga ediyorsunuz.
“Okur” benden başkası değil. Derdim kendimle.
Birgül Oğuz 6 Haziran 2008’de Radikal Kitap Eki’nde Bakışın Kirlettiği Ayna üzerine kaleme aldığı yazıda şöyle diyordu: “Erte öykü değil, öykü anlatmanın olanaksızlığını anlatıyor. Bozgunu ve bozgunla gelen yoksunluğunu anlatıyor. Bir metin olarak var olma koşullarını kendi içinde teşhir ettiği, her daim yarım ve yetersiz kalacağı gerçeğini durmaksızın duyurduğu ve kendi poetikasının sorunlarını yine kendi kendine tartıştığı için bu kitabın her şeyden önce bir manifesto olduğunu düşündüm. Bu son derece kişisel manifestoda Erte bundan sonra ne yazacağını (ya da ne yazmayacağını) da ortaya koymuş bence.” Bu sözlerin Sahte’yi de tanımladığını, hatta haber verdiğini söyleyebilir miyiz?
SahteBakışın Kirlettiği Ayna’daki öykülerle birlikte kaleme alındı ve 2008’de son biçimini buldu, yayımlanana kadar geçen sürede zaman zaman üstünde düzeltmeler yaptım sadece. Sahte’de de öykülerimde olduğu gibi yazar, okur ve metnin varoluşlarıyla oynanıyor. Anlatıcı metni canlı bir organizma olarak tasarlıyor ve bunu başarabildiği oranda da metnin saldırısına uğruyor. Bir hikâye anlatmak imkânsız değildir, kolayca becerebilirsiniz; ama yazarın kendini kandırdığı ve okurdan da yalanına inanmasını beklediği bir hikâye olur bu. Ben bir tür gerçekçiyim. Bütünün kavranılamazlığı karşısındaki endişemi yazıyorum. Birgül Oğuz’un tespit ettiği de budur ve ne yapmaya çalıştığım konusunda beni bilgilendirerek böyle söyleşilerde kullanabileceğim laflar hediye etmiştir bana.
– Sahte’de“‘Hoşgörülmek’ kaldıramayacağım kadar ağır bir yük; ‘yanlış anlaşılmak’a eşdeğer ve ‘doğru anlaşılmak’ kadar ezici.” (s.125) diyorsunuz…
Başka bir yerde de Sahte’nin hoşgörüldüğü takdirde anlaşılamayacağı ya da anlaşıldığı takdirde hoşgörülemeyeceği yazıyor. Anlatıcının bile isteye işlediği bir suç var, bu suçu hoşgörülmeyi umarak işlemiş olamaz. Ama bu dediklerimi reddeden görüşler de var kitapta.
–Sahte’nin postmodern bir roman olduğu söylenebilir mi?
Bilmem. “Roman” demekte zorlandığımız için mi “postmodern roman” diyeceğiz? Bence bugün postmodern olarak adlandırılan düzyazı yapıtların büyük bölümü aslında moderndir. Sterne’i bir kenara atıp, bir yazarı Balzac ya da Orhan Kemal’le karşılaştırıp ona postmodern demek olmaz.
 –Sahte’deki “Bu roman yayımlanır da yazarıyla bir söyleşi yapmaya niyetlenen olursa lütfen bu bölümü çok dikkatli okusun”daki uyarılara karşın söyleşimizde ilerleyebildiğimizi düşünüyorum.
E tabii, çünkü ben Sahte’nin okuruyum, benimle konuşmak kolay.
* Hece Dergisi, Kasım 2012