“…anılarımız öylesine kan yüklü ki bazen bu kana bir sınır koymaya, selinde boğulmamak için kana bir kanal oymaya kalkıştığımızda suçluluk duyuyoruz.”
Julio Cortâzar - Mırıldandığım Öyküler
Julio Cortâzar - Mırıldandığım Öyküler
Ahmet Büke, 2008 Oğuz Atay Öykü Ödülü alan üçüncü kitabı Alnı Mavide ile ara sokakları, kiri, pası, kanı ile her şeyiyle yok sayılan, dışarıda kalmış insanları ve o insanların çıkmaz sokaklarını anlatıyor. Bazen de sıradan görünen hayatların, sıra dışı hallerini belirginleştiriyor. Yaşamın gerçeğinin, sertliğinin tekrar tekrar altını çiziyor.
Tırnağına kadar silahlı adamları, köhne mescidin ateş tuğlaları arasında saklanan esrar zulalarını, mahallenin delisini, midyeci çocukları kör bakkalı, elektrik direklerinin uzun gölgelerini, karanlığının leke gibi bulaştığı sokakları, cinayetleri; suskun cinayet tanıklarını, atölyeyi, tezgâhtar kızların ürkek güvercin hallerini, şehrin bütün öfkesini damarında taşıyan delikanlılarıyla kitabın en etkileyici öyküsü “Biz”, ruhlarındaki karanlığa teslim olmuş eski bir mahallenin çerçevesini oluşturuyor. Bu öykünün bir başka çarpıcı yanı da, olayların akışını, birbiriyle ilişkisini altı farklı karakterin ağzından anlatıyor oluşu. Sokağın ruhu, küçük eski bir mahallede yaşayan parçalanmış ruhlu insanları Salih, Rehber, Hamamcı Ziya, Asım, Madam Pi ve Hazan tarafından altı farklı yorumla, farklı açılardan irdeleniyor. Karakterlerin ortak özellikleri kaybetmişlikleri ve karanlık yüzlerinin de merhametlerinin de apaçık ortada oluşu. Sevmeyi, açlığını dizginleyemeyip şiddetli bir iştahla avına saldıran hayvanlar gibi algıladıklarından, yaşadıkları hüsranı, umutsuzluğu hep öfkeyle pansuman yapılan bir yara gibi ruhlarında taşıdıkları çıkmazlarıyla yalnızlıklarını büyütüyor oluşları…
“Elimde görülmez bir davul ve kiraz ağacından tokmakla sabah sayımına çıkıyorum. Büyük hapishane. Duvarları bir ben biliyorum. Kimse uyanmadan herkesin hücresini açıyorum.” (s. 8) Mahallenin delisi Rehber'in mahallesini, sokaklardaki çöpün bile kendine zimmetli olduğunu düşünmesini, evlerin çatılarında dolaşmasını saygıyla karşılıyor okur. Çünkü kendini bundan kurtaramadığını, bununla yaşamaya mecbur olduğunu biliyor. İntihara kalkıştığını, dahası ölümle en yakın arkadaşıyla konuşur gibi ilgilendiğini de; “benim esrarım uykudur. Dibine kadar çekip ölmek istediğim zamanlar olmadı değil.” (s. 14)
Ev Kalesi, iletişimsizlik… Benlikleriyle zamanın bir yerinde sıkışıp kalmış insanlar… Ahmet Büke'nin diğer öykülerinde de karakterlerinin ağırlıklı olarak erkek olduğu görülüyor. Alıştıkları hayatı devam ettiren, kanıyla, iriniyle daha çok da mahalle konu ediliyor. Esnaf, mahalle sakinleri ve akıp giden hayat… Kavga, gürültü, onları seyreden martılar, kumrular, kediler, kargalar ve zamanın yavaşladığı anlarda öten ölüm kuşu … “Geçen gün dibime kadar geldi. Ceset. Sırtüstü. (…) Dalgaların arasından çıkıverdi. Daha şişmemişti. Yeni düşmüştü yani.” (s. 78) Kurguyla bütünleştirdiği kara mizah, okurun doldurması için bilinçlice bırakılmış boşluklar, 'hepsi hepsi' insanın kendi cehennemini bırakıp, şiddetli bir merakla bu yeni cehennemleri keşfe çıkmasını sağlıyor. Her öykü bitiminde de okur, ejderha olup “kırık dişleriyle mağarasına geri dönüyor.” (s. 122)
Alnı Mavide'de, öykü karakterlerinin 'iyi' ve 'kötü' olması durumlarının keskin bir hatla ayrışmadığı, onların eksiklerini, kusurlarını anlayıp birbirlerine kendilerince destek oldukları da söylenebilir. “Yirmi Beş Kuruşluk Yaram” isimli öyküsünde Dedektif Cinayet Kemal'in, Deli Selim ve anlatıcı tarafından başına vurularak öldürülüp, tekneden atılmasında örneğin. Sırlarının ve başka suçların üstlerinde kalmasını istemeyen iki arkadaş birlik olup dedektifi öldürüyorlar. Sonra iki yitik savaşçı gibi ortadan kayboluyorlar.
“Düş Bulma Kurumu” öyküsünde işinden istifa eden Yavuz Bey, iş yaşamının sebep olduğu ruhani bunalımını da evrak çantasıyla birlikte çöp tenekesine fırlatıyor. Ancak işsiz kalmanın bedelini, açlığı ve hastalanacağını düşününce, “fena be. Üç kuruşla mı atıyorum ben bu çalımı,” (s. 123) demekten kendini alamıyor. Gerisin geri çalıştığı işyerine döndüğünde, aslında Yavuz Bey'in uzun zamandır çalışmadığı, geldiği işyeriyle ilgisinin olmadığı ve içinde bulunduğu psikolojiyle yaşadığı karmaşa ortaya çıkıyor.
Ahmet Büke'nin “Açlık Sarkacı” adlı öyküsünde, “gece kadınlarını karafatmalar gibi sağa sola koşturuyor.” (s. 113) “Alo! Burada Bir Sorunumuz Var” adlı öyküdeyse, kadının buzdolabı ile ilişkisine duygusal bir açıdan yaklaşıyor: “Buzdolabı. (…) içi üşüyen bir varlık. Üstelik kapağı açılmadan bu sırrı kimseye vermiyor.” (s. 117)
Ahmet Büke, Alnı Mavide ile sınırda yaşayan insanların sınırsız hayal gücü, öfkesi ve sırlarıyla bizimle birlikte yaşadıklarını hatırlatıyor. Bizi onların zihinlerinde dolaştırıyor; soğukkanlılıklarını, bir kadını öldürecek kadar sevebileceklerini, aç kalınca saldırabileceklerini, ilkelliklerini… Bize her sabah gazetede okuduğumuz üçüncü sayfa haberlerinin kahramanlarını tanıtıyor. Küfreden, saldıran, görünüşüyle ürkütebilen, o uzağından geçtiğimiz, kendimizi sevmemiz için kıyaslayacak biri olarak gördüğümüz insanların, ne düşündüklerini, ne hissettiklerini anlatıyor. Bizi bize anlatıyor belki de. İnsan tuhaf organizma. İnsanlık halleri tuhaf. Tehlikeli –güvenilir, uyumlu-geçimsiz, boşboğaz– ketum. Ürkek ve korkan her canlı gibi saldırmaya hazır o insanlar aslında biziz… Yoksa değil miyiz?
"Alnı Mavide" Ahmet Büke
Kanat Kitap, 2008; 160 s.
* Mavimelek e-dergi sayı:44
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder