21 Temmuz 2011 Perşembe

Oyunlarla Yaşayanlar'da Oğuz Atay



"Sen hep yanılgı ve yenilgilerden oluştuğun için yaşayabilensin!"
Vüsat O. Bener

Kendini keşif yolculuğuna ne zaman çıkar insan? Yeteneklerini, hayattan beklentilerini biyolojik saati çalmaya başladığında mı duyar? Oğuz Atay Oyunlarla Yaşayanlar adlı ilk ve tek tiyatro metniyle, oyun kahramanı ve okur arasında adeta bir katalizör görevi üstlenmiştir. “Onlarla tek bir varlık haline geliyoruz, seyirci-oyuncu-yazar birleşiyor, aradaki yapma duvarlar yıkılıyor (…) bütün oyunları birlikte oynayalım, birlikte seyredelim, kendimize isimler vermeyelim, yaptığımız işlerle varolalım, bunun dışında kalan bütün sahne unvanları, kurumları, insanın kendini üstün bir şey saymasına yol açan düzenleri yok sayalım…” (s. 37)

Yazarın Tutunamayanlar ve Tehlikeli Oyunlar romanlarının da üçlüsü olarak değerlendirilen son ayağı, Oyunlarla Yaşayanlar modernist-postmodernist anlayışın farklı bir sanat dalında devamı niteliğindedir. Oğuz Atay'ın yakın arkadaşlarından Halit Refik bu tarzı rahatsız edici bulsa da, paylaştıkları entelektüel gündem Oyunlarla Yaşayanlar'ın oluşmasında önemli rol oynamıştır.

Oğuz Atay romanlarında olduğu gibi, tiyatro metninde de 20.yüzyıl edebiyat estetiğinin deneysel özelliklerini kullanır. 20. yüzyılın deneysel tiyatrosu; tiyatro sahnesini reel dünyanın bir yansıması olmaktan çıkaran, sahne ile izleyici arasındaki aşılamaz duvarı yıkan Bertolt Brecht'in epik oyunlarının açtığı yeni yolda ilerlemektedir.(1)

Oyunlarla Yaşayanlar'la ilgili incelemelerin bir elin parmağını geçmemesinin ana nedenlerinden biri olarak, yazarın diğer yapıtlarında olduğu gibi, tek oyununda da bir yandan saptamayı güçleştiren, bir yandan da sağlaması iyi yapılmış bir hesaplamanın olması gösterilebilir.(2) Oğuz Atay'ın oyunda izini sürdüğü kara mizah tiyatronun daha çok eleştiri sanatı olduğunu da vurgulamaktadır. Oluşturduğu kurgu ile varoluşsal kimlik sorunsalı ve bireyin toplumsal normlarla kuşatılması sorunsallarını ele alır.

Oyunun değişik oluşu, Batı'da öncü yazarlara karşı anlayışlı olan özel tiyatroların, nedense, bu değişiklik yerli bir yazarda görülünce aynı anlayışı göstermemeleri beni şaşırtıyor. Nedense yetkililer ancak alıştıkları tarzda bir değişiklik istiyorlar.”(3) Recep Bilginer'le röportajında Oğuz Atay, oyunun anlaşılamadığını, oyunu için çeşitli tiyatrolarla bağlantı kurduğunu, ancak maddi kaygılar nedeniyle olumlu bir sonuç alamadığını, bu şekilde ifade etmiştir. Oyunun sahnelenişi de vefatından sonra gerçekleşir.


Oyunlarla Yaşayanlar, Türk Tiyatrosunun önemli oyunlarından biri olarak çok sayıda tiyatro topluluğu tarafından birçok kez yorumlanmıştır. Bu yorumların en önemlisi 80'li yıllarda Mehmet Ulusoy yönetimindeki sahnelenişidir. 1998-1999 sezonunda İstanbul Şehir Tiyatroları tarafından Macit Koper yönetiminde ve 2005-2006 sezonunda Ankara Devlet Tiyatrosu tarafından Cahit Tüfekçi yönetiminde olumsuz eleştiriler alan sahnelenişleri de vardır.(4)

Oyun içinde oyun kurgusu

Oyunda; sahne için de özel bir dekor oluşturan Atay, sahneyi iç ve dış mekan olarak ayırır. İç mekanda Coşkun Ermiş'in evi, dış mekanda ise bazen kurgusal bir sahne, bazen de evin dışı konu edilir. Coşkun'un evinde; eski mobilyalar, sıkışık eşyalar, duvarlarda çeşitli devlet adamları, savaş kahramanları, düşünürler ve sanatçıların yanında büyükanne ve büyükbabaların kahverengi solgun portreleri vardır. Evin genel havasında bir karışıklık, düzensizlik, savrukluk hakimdir.

Oyunlarla Yaşayanlar'da, evin günlük hallerini, sorumluluk ve sorumsuzluk durumları, iç hesaplaşmaları, neşesiz, heyecanı kaçmış evlilikleri, çalışan insanların hayatlarının büyük bölümünün 'para' için harcanıyor olması ve bunun doğal getirisi olarak da mutsuzlukları, iletişimsizliği akıcı ve samimi bir şekilde vurguluyor Oğuz Atay.

Oyun kahramanı Coşkun Ermiş, erken emekli olmuş 45-50 yaşlarında bir tarih öğretmenidir. Mutsuz dünyasını sanatın göz alıcı ışıltısına yöneltmiştir. Bunun için önce keman dersi almaya karar verir, ancak daha sonra tiyatro oyuncusu arkadaşı Saffet'in  teşvikiyle oyun denemelerine yoğunlaşır. Aslında, evlerinde uzun zamandır bir oyun oynanıyordur. Eşi Cemile'nin annesi Saadet Nine, kaçmayı istediği ve fakat bir türlü kaçamadığı Cemil Paşa'nın kendisini belirli aralıklarla ziyaret ettiğini, onu yaşadığı evden kaçıracağına inanmaktadır. Coşkun, oğlu Ümit ve zaman zaman Saffet, Cemil Paşa gibi giyinerek Saadet Nine için küçük mucizeler yaratmaktadırlar. Ancak; Saadet Nine bu küçük mutlulukları kısa süre içinde unutuyordur,  “Uyumak istiyorum, daha önce uyumuştun diyorsunuz. Her şey daha önce olmuş.” (s. 14) Zaman kavramı yoktur.

Kendiyle yüzleşme, kendini sorgulama odasıdır artık Coşkun'un oynadığı oyun. Yıllarca oynamayı reddettiği 'sorumlu baba, anlayışlı eş'  gibi toplumsal rolleri artık geride bırakıp kendiyle uzlaştığı, kendi rollerini oynamayı, yani kendini yaşamayı göze almıştır. Yine de bu göze alış adım adım ilerlemiştir. Önce, kendini ve yaşamını bir başkasının ağzından, yani yazdığı oyunla dile getirerek “ … evlendim ve karıma teslim oldum. Her şeyi yapmasına izin verdim, çocuğu olmasına, hattâ saksıda çiçek yetiştirmesine bile. Halbuki bilirsiniz bitki böcek yapar, topraktan solucan... aman yarabbi size neler anlatıyorum. (Kapı çalınır.) Eyvah karım geldi. ” (s. 42)

İnce hesaplanmış bir kurgunun parçaları

Oğuz Atay'ın, Coşkun'un sesiyle konuşması, Coşkun'un yarattığı kahramanın kendi duygularını ifade edişiyle, oyun içinde oyun kurgusu belirginleşir. Bir yandan da oyunla gerçek hızla birbirinin içinden geçmeye başlar. Coşkun'un kendi sorgu odasına, kendine keskin harflerle ilk kez yüklenmesi biraz da alkol yardımıyla gerçekleşir, “içki değil, gerçek içimi yakıyor.” (s. 49) Gerçeğin tadını aldıktan sonra görmezden geldiği, ertelediği tüm duygu durumlarını, biriktirdiklerini orta yere sermeye devam eder.

Kendi gerçeğinin uzantısında daha geniş görür her şeyi. Yaşadığı toplumun aydınlarını, karanlıkta kalan yanını, acılarını, ağıtlarını, neşesini, üzüntüsünü daha derinden hisseder. Boğazını yakan acı bunları dışarı atamamanın acısıdır ve artık bu acıyı bastırmamaya kararlıdır. “… ey milletim, senin hakkında, az gelişmiştir, geri kalmıştır gibi söylentiler dolaşıyor. Ey sevgili milletim! Neden böyle yapıyorsun? Neden az gelişiyorsun? Niçin bizden geri kalıyorsun? Bizler bu kadar çok gelişirken geri kaldığın için hiç utanmıyor musun? Hiç düşünmüyor musun ki, sen neden geri kalıyorsun diye durmadan düşünmek yüzünden biz de istediğimiz kadar ilerleyemiyoruz (…) Fakir fukaranın hayatını anlatan zengin yazarlarımıza gece kulüplerinde içtikleri viskileri zehir oluyor. Zengin takımının hayatını gözlerimizin önüne sermeye çalışan meteliksiz yazarlarımız da aslında şu fakir milleti düşündükleri için, küçük meyhanelerinde ağız tadıyla içemiyorlar.” ( s. 51) Oğuz Atay, halkına seslenen, ama halkının yanında olmayan aydınlara güçlü göndermeler yapmaktadır. Kendini halktan bağımsız görüp, halkı kendine ait gören entelektüel çevrelere, giderek incelen bir sivrilikle değinir.

Reklamcılık sektörüne bir çalım atmayı unutmaz Oğuz Atay, Emel'in sözleriyle; “Önce bir buzdolabının karşısında hayranlıkla donakalacağım, sonra hamarat bir çamaşır makinesiyle dans edeceğim.''  (s. 22) Olayların döngüsüne çapraz bakış atmayı da ihmal etmez. Coşkun Ermiş, çekimserliğini yazdığı, okuduğu oyunların da etkisiyle çeşitli rollerle alt etmeyi bilmiştir. Hatta rollerle yaşamaya başlamıştır. Oyun yazarı olarak başlayan tiyatro aşkı onu bir doğaçlama oyuncusu yapmıştır. Yaşamla baş edemediği zamanlar kaçış yolu oyundur. Bu durum en çok Cemile'yi rahatsız etmektedir. “Oyun oyun. Biraz da gerçek oyunlarla ilgilensen iyi olur. Mesela benim para kazanmak, evi geçindirmek için sahneye koyduğum şu dikiş dikme oyunlarımla, Ümit'in her sınıfı iki yılda bir geçme oyununu düzeltsen biraz. Ya da paralarının içkiye yatırma oyununu adam etsen. Erken emekli olma oyununun bize neye mâl olduğunu bir düşünsen…” (s. 34) Oysa, tüm hayatı boyunca sosyal çevresinden, ailesinden, kendinden köşe bucak kaçmıştır Coşkun. Hayatı boyunca en çok da, kendinden korkan bir adamın aynaya bakması gibidir yazdıkları.

Oyun kişilerinin isimleri de tesadüf değil, ince hesaplanmış bir kurgunun parçası ve dikkate değer bir ayrıntıdır. Oyunun ana kahramanı Coşkun Ermiş, yıllarca kendine layık görülen yaşamı kabullenmiş olmanın rahatsızlığıyla erken emekli olup, tüm ezberlerini bozmaya niyetlendiği andan itibaren, bir 'ermiş' edasıyla yaşamının kontrolünü eline almak ister. Servet Duygulu, bir tiyatro sahibidir ve duygusallıktan uzak bir görüntü çizer. Saffet Söylemezoğlu, Coşkun'un tiyatro oyuncusu arkadaşıdır. Ciddiyetten uzak ve patavatsız bir karaktere sahiptir. Emel Sevinir, genç bir tiyatro oyuncusudur. Kolay sevinir, kolay inanır bir karaktere sahiptir. Sevilmek ve destansı bir aşk yaşamak ister. Coşkun Ermiş'in sevgilisidir. Ümit, Coşkun'un oğludur ve umut vaat etmeyen bir öğrencidir. Cemile, Coşkun Ermiş'in eşidir. Sitemkârdır, sorumluluklarını eşine hatırlatmaktan yorgundur, ama bir taraftan da ona mecbur olduğunu, dahası eşinin de kendinden başka çaresi olmadığını düşünüyordur. Saadet Nine, Cemile'nin annesidir.

“Hiçbir müessese beni kabul etmedi”

Metinde diyalektik yapı ağrılı verilmiştir. Bedeni ruhuna dar gelen Coşkun'un sözlerindeki yoğun ironi karşısında okur-izleyici, kuşku tünelinden geçmektedir. Gerçekliğin içindeki kurgu ve kurgunun içindeki gerçek sıklıkla yer değiştirmektedir. Oluşan kara güldürüde, sıkıntıdan ya da kendini boğan tüm durumlardan kurtulmak için çabalayan oyun kahramanının sahneye koymak istediği oyunu, artık çıkarları doğrultusunda yönettiği de gözlemlenir. Ne var ki; bir çan eğrisi gibi doruğa ulaştığı bu durumdan da, aynı bunalımla uçuruma düşer. Saadet Nine'nin ölümü ona her şeyin oyun olmadığı hatırlatır. Ölüm korkusunu belki de 'hiçbir şeyin sonunu iyi getiremediğini' düşündüğü için derinden yaşar. Çünkü o Tehlikeli Oyunlar oynamış Oyunlarla Yaşayanlar'dan olmayı denemiş ve Tutunamayanlar'dan biri olmuştur.

Ölüm kavramı karşısındaki çaresizliği, mahalle mezarlıklarının ortadan kalkmasını, geleneklerinden uzaklaşmış bir toplumun, modernleşmek için kendine aykırı bir biçimi sindirmesini de şu sözlerle eleştirecektir; “ve her gün işimize giderken kavuklu ya da sarıklı bir mezar taşıyla merhabalaşsaydık… ve çok ihtiyar bir kadının çok gecikmiş ölümü bizi böyle sarsmasaydı (…) kıyıda köşede bir iki küçük mezarlık kaldı tabii.” (s. 91) Ölüm korkusu aslında bir anlamda harekete geçirmiştir Coşkun'u, “Şimdi yaşadığımı hissediyorum. İnsan hayata dönünce de önce korkuları yaşıyor.” (s. 97) Geçmişinden silkelenmek, bir anlamda yüklerinden kurtulmak için 'ev' hapishanesi ve Cemile 'gardiyanı'ndan hastalığına rağmen firar edercesine kaçar. Ayakları onu Emel'in evine götürür. Fakat heyhat!... Emel onu eve almak konusunda pek de istekli değildir. Bu kez Servet'in sahibi olduğu tiyatroya gider. “Hiçbir müessese beni kabul etmedi. Evlilik müessesesinin de evlilik dışı müessesenin de dışında kaldım. (…) Resmen sokakta kaldım demektir.” (s. 106) Konuşurken zorlanıyordur, ama fazla zamanının kalmadığının da farkındadır. Sahne tozunu yutmuştur artık ve bütün büyük oyuncular gibi sahnede ölmek istemektedir.

Yaşamın tek düze/sığ bölgesini simgeleyen evlilik olgusundan kaçma, yaşamına aşkla anlam katma (Emel) ya da onu sanatla zenginleştirme (keman dersi) çabalarında da başarıya ulaşamaz. Coşkun Ermiş, metnin 'acıklı güldürü' tanımındaki 'acıklı' parçayı doğrularcasına, bir 'trajedi kahramanı' gibi tiradını okuduktan sonra ölür.(5)

Oğuz Atay, yazdığı kara güldürüde küçük yaşantılardan yola çıkarak; yaşamındaki 'gri' rengi renklendirmek için çaba harcayan Coşkun'a, dışarıdan gelen tepkileri de doğal bir akış içinde vermiştir. Metin oyun olgusu içinde aslında sadece gerçeği işaret etmektedir. Oğuz Atay, metnin duygu, düşünce, biçim, gelişim örgüsü içindeki en kuvvetli düğümü okurun-izyecinin zihnine atmıştır.

Kaynaklar:


(1) Yıldız Ecevit, "Ben Buradayım…" - Oğuz Atay'ın Biyografik ve Kurmaca Dünyası, İletişim Yayınları (s. 422)
(2) Eren Aysan, Oğuz Atay'ın Çok Sesli “Oyunu”: Oyunlarla Yaşayanlar, Pasaj, Ocak / Temmuz 2006 (s. 192)
(3) Recep Bilginer, “Şimdi Ne Yapıyorlar?”, Politika,3 Eylül 1976 (s. 414), Röportaj
(4) Vikipedia, Oyunlarla Yaşayanlar(5) Yıldız Ecevit, "Ben Buradayım…" - Oğuz Atay'ın Biyografik ve Kurmaca Dünyası, İletişim Yayınları (s. 437)
~~~
"Oyunlarla Yaşayanlar" Oğuz Atay
İletişim Yayınları, 13.Baskı, 2004, İstanbul
~~~


* Mavimelek e-dergi 44.sayı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder