Söyleşi: Sevda Zeynep Karadağ – Petek Sinem Dulun
*Aynalı Düşler Çarşısı kitabınızla 2. Ergin Günçe şiir ödülünü kazandınız. 2008 Arkadaş Z. Özer şiir ödülleri kapsamında da dikkat çektiniz. Şiir serüveniniz nasıl başladı?
--Aslında benim öyle çok eskilere dayanan bir şiir geçmişim yok.Hatta 2005 e kadar sadece iyi bir okur olduğumu bile söyleyebilirim. Yazmaksa ara sıra karalamak ve o karalamaları imha etmekten ibaretti.Kalemi elime almam beş sene öncesi Cumhuriyet Kitap ekine tanıtım yazıları yazmaya başlamama denk geliyor. Oturup ciddi ciddi birşeyler yazmak, sesli değil de harfsel bir kendini gerçekleştirme muhteşem bir keşifti diyebilirim. Kendimi ifade etmek için kullandığım diğer bütün yollardan daha sahici daha kolay hatta daha eğlenceliydi desem abartmış olmam sanırım. Konuşarak iletişimde biraz başarısız biri olduğumdan olsa gerek yazarak diyalog kurmak inanılmaz rahatlatıcı. Düşünsene gündelik hayatta kalkıp anneme "sen abartılı düzenli titiz birisin" demekten çekinirken şiirin sayesinde "kalkıp ütülesem sokak başlarını erkenden / sen dağınıklığı sevmezsin" diyebilme şansım oldu.Bir nevi içime attıklarımın, iç sesimin kurtuluş bulduğu bir armağan şiir. Çok geç farkettiğim gizli bir geçit ya da çıkınımda ne varsa getirip bıraktığım aynalı düşlerin satıldığı bir çarşı. Sesin başladığı yer! Ama bütün bunlar hoşluklarla dolu bir serüven miydi ? hayır. Çünkü şiir arenası zorlu bir yer. Ne zaman oraya çıksam mutsuz ve yenik dönüyorum kendime.
* Kitabınızdaki Husumet şiiri kendi kendinize kaldığınız, kişisel tarihinizi sorguladığınız bir özeleştiri şiiri olarak dikkat çekiyor...
--Haklısın. Bunu çok sık yapmam aslında yani kendimle didişmemi pek dışa vurmam. Ama şiir de husumetten doğmuyor mu? Kendisiyle ya da dışarısıyla husumeti olan dahası huzursuz olan şiir yazıyor. Bu da zaman zaman sorgulamaya girdiğimiz dizeleri barındırıyor galiba. Konuşmanın, susmanın hatta sadece varolmanın kabahat sayıldığı çocukluktan gençliğe ordan yetişkinliğe geçişteki süreç ve bu süreçte sizde kalan izler.Hep mutlu anlar anımsanır denir ya belki de mutsuz anlar hep bilinç altına atılır ve bulduğu ,ilk çatlaktan sızar. Sonra "fırlatıp atasım gelir de kendimi / bir türlü elim varmaz" demek gelir kapıya dayanır..."aklım hep bir uçurtma / rüzgarın ardında kalbini kovalayan" sanırım kişisel tarihim aklım ve kalbim arasında geçen savaşlardan ibaret…
* Kitabınızda düşlerin aynaya çarpıp kırılma noktasını işaret eden bir tavrınız var. Bir taraftan da düş aynaları içinde farklı yüzleri, farklı coğrafyalardaki insanları dolaştırıyor şiiriniz...
--Bende mekanda çokluk,zamanda ise hep bir telaş var. Bu iki kavramın uzaklığı ise birbirine yakınlığıyla alakalı desem çok karman çorman etmiş olurum ama olsun dedim gitti. Çünkü gerçekten hissettiğim bu. Hem uzak-yakın hem de azlık-çokluk karmaşası. Aidiyet sorunu. Göçebe yaşamın getirdiği mülkiyetsizlik hissi. Çok yer görme ama hiç bir yere ait olamama. Her şeyden azar azar alarak ama kendini böyle çoğaltarak yaşamak. Hayatın ritmini yavaşlatan köylerden, psikolojinizi zorlayan şehirlere taşıdığınız kendiniz. Şiire sarkan bütün o coğrafyalar geçmişimin bir başka yüzü. Her şair için biraz böyledir aslında. Misal Furuğ İran'da değil de kutuplarda yaşasaydı acaba yine o şiirleri yazabilir miydi? sanmıyorum. İnsanın ruhunu şekillendiren en büyük etkenlerden biri toprak ve o topraklara özgü kültür.Ve ben bu yüzden şair doğulmaz şair olunur düşüncesini benimsemişimdir. Aklınızı ve duygularınızı hatta kullandığınız dilin niteliğini bile en belirleyici koşullar sizin ve çevrenizdekilerin yaşama biçimleri. Şiiri yaşadığımız coğrafyadan damıtıyoruz bu sebeple hayata yapışan temalar şiire yansıyor. Ve her mekan başka bir farkındalık aslında…
* Aynalı Düşler Çarşısı'nda anne-kız, baba-kız, kadın-erkek ilişkileri, toplumun kadına bakışı, aşk, cesaret, mekansızlık gibi konuları irdeliyorsunuz. Anne; sabreden, bekleyen, avunan baba ise; yasak, ayıp, günah hatırlatıcısı olarak karanlık bir gölge gibi beliriyor şiirinizde. Kadını erkeğin namusu olarak gören zihniyete, baskılara dile gelip direnmek yerine dile düşmek kaygısıyla durumu kabullenen, susan hemcinslerinize de ''sır taşım ol çatla'' (s. 30) gibi dizelerle göndermede bulunuyorsunuz...
--Petek'cim benim için şiir buradayım,varım, söyleyecek sözüm hatta itirazım var demenin en anlamlı ve saygın yolu.Geriye kalan ise ne söylediğiniz dahası ne söylemek istediğinizle alakalı.Yani bir anlamda her şair kendi ukdelerini yazıyor.Kitabıma yansıyan kavramların kaynağı da bu sanırım. Ailesel, toplumsal kalıplara sığışmaya çalışırken çizginin dışarı taştığı yerde ne varsa şiirin teması olabiliyor. Senin de dediğin gibi kadın-erkek,baba-kız diyalogları da göze çarpan ilk başlıklar. Aslında ben kadın erkek kıyaslaması ve eşitsizliği üzerine herhangi birşey söylemekten yorgunum.Yorgunum diyorum çünkü bu konuda o kadar çok fikir ve değerlendirme okudum ki bu konuda sil baştan derinlemesine bir didikleme yapmak istemiyorum. Bunun yerine dilimin ucunda ne varsa şiirde anlatmak bana daha anlamlı geliyor.Küçük bir ironi bazen sayfalarca anlatılan düz yazıdan daha etkili. Kaldı ki İnsanın insana eşitlenemediği bir düzlemde kadının erkeğe eşitlenmesini beklemek çok mantıklı gelmiyor artık. Öncelikle insan olarak yan yana gelebilmek sonra daha detaylı bir bütünleşmeye geçmek söz konusu olabilir.Genel anlamda baktığımızda insanlar arasındaki eğitim ,sosyal, kültürel ve ekonomik mesafeler öylesine uzak ki erkeğin kadını ya da kadının erkeği anlamaması çokta tuhaf değil. Benim büyüdüğüm evde para kazanan tek insan babamdı mesela. Annem üreten değil tüketen konumdaydı ve bu ayıbı! kapatmak için her türlü hizmeti vermek zorundaydı. Misal babamın ayakabı iplerini bağlamak ve açmak gibi.Bu durumu çocuk yaşımda olmama rağmen yadırgadığımı anımsıyorum. Aklımın alamadığı bir tek yönlü sevgi gösterisiydi belki, belki de sessiz bir şiddet. Büyüyüp sokağa çıktığınızda anlıyorsunuz ki evdeki durum dışarıda da farklı şekillerde yaşanıyor. Evde ayakkabılarını kadına bağlatan eril ziihniyet dışarıda da var. Sadece ayakkabı numaraları farklı! Önemli olan, sistem tarafından yutuldukça sistemin içindeki diğer sistemleri de zorlayabilmek.
*Aynalı Düşler Çarşısı kitabınızla 2. Ergin Günçe şiir ödülünü kazandınız. 2008 Arkadaş Z. Özer şiir ödülleri kapsamında da dikkat çektiniz. Şiir serüveniniz nasıl başladı?
--Aslında benim öyle çok eskilere dayanan bir şiir geçmişim yok.Hatta 2005 e kadar sadece iyi bir okur olduğumu bile söyleyebilirim. Yazmaksa ara sıra karalamak ve o karalamaları imha etmekten ibaretti.Kalemi elime almam beş sene öncesi Cumhuriyet Kitap ekine tanıtım yazıları yazmaya başlamama denk geliyor. Oturup ciddi ciddi birşeyler yazmak, sesli değil de harfsel bir kendini gerçekleştirme muhteşem bir keşifti diyebilirim. Kendimi ifade etmek için kullandığım diğer bütün yollardan daha sahici daha kolay hatta daha eğlenceliydi desem abartmış olmam sanırım. Konuşarak iletişimde biraz başarısız biri olduğumdan olsa gerek yazarak diyalog kurmak inanılmaz rahatlatıcı. Düşünsene gündelik hayatta kalkıp anneme "sen abartılı düzenli titiz birisin" demekten çekinirken şiirin sayesinde "kalkıp ütülesem sokak başlarını erkenden / sen dağınıklığı sevmezsin" diyebilme şansım oldu.Bir nevi içime attıklarımın, iç sesimin kurtuluş bulduğu bir armağan şiir. Çok geç farkettiğim gizli bir geçit ya da çıkınımda ne varsa getirip bıraktığım aynalı düşlerin satıldığı bir çarşı. Sesin başladığı yer! Ama bütün bunlar hoşluklarla dolu bir serüven miydi ? hayır. Çünkü şiir arenası zorlu bir yer. Ne zaman oraya çıksam mutsuz ve yenik dönüyorum kendime.
* Kitabınızdaki Husumet şiiri kendi kendinize kaldığınız, kişisel tarihinizi sorguladığınız bir özeleştiri şiiri olarak dikkat çekiyor...
--Haklısın. Bunu çok sık yapmam aslında yani kendimle didişmemi pek dışa vurmam. Ama şiir de husumetten doğmuyor mu? Kendisiyle ya da dışarısıyla husumeti olan dahası huzursuz olan şiir yazıyor. Bu da zaman zaman sorgulamaya girdiğimiz dizeleri barındırıyor galiba. Konuşmanın, susmanın hatta sadece varolmanın kabahat sayıldığı çocukluktan gençliğe ordan yetişkinliğe geçişteki süreç ve bu süreçte sizde kalan izler.Hep mutlu anlar anımsanır denir ya belki de mutsuz anlar hep bilinç altına atılır ve bulduğu ,ilk çatlaktan sızar. Sonra "fırlatıp atasım gelir de kendimi / bir türlü elim varmaz" demek gelir kapıya dayanır..."aklım hep bir uçurtma / rüzgarın ardında kalbini kovalayan" sanırım kişisel tarihim aklım ve kalbim arasında geçen savaşlardan ibaret…
* Kitabınızda düşlerin aynaya çarpıp kırılma noktasını işaret eden bir tavrınız var. Bir taraftan da düş aynaları içinde farklı yüzleri, farklı coğrafyalardaki insanları dolaştırıyor şiiriniz...
--Bende mekanda çokluk,zamanda ise hep bir telaş var. Bu iki kavramın uzaklığı ise birbirine yakınlığıyla alakalı desem çok karman çorman etmiş olurum ama olsun dedim gitti. Çünkü gerçekten hissettiğim bu. Hem uzak-yakın hem de azlık-çokluk karmaşası. Aidiyet sorunu. Göçebe yaşamın getirdiği mülkiyetsizlik hissi. Çok yer görme ama hiç bir yere ait olamama. Her şeyden azar azar alarak ama kendini böyle çoğaltarak yaşamak. Hayatın ritmini yavaşlatan köylerden, psikolojinizi zorlayan şehirlere taşıdığınız kendiniz. Şiire sarkan bütün o coğrafyalar geçmişimin bir başka yüzü. Her şair için biraz böyledir aslında. Misal Furuğ İran'da değil de kutuplarda yaşasaydı acaba yine o şiirleri yazabilir miydi? sanmıyorum. İnsanın ruhunu şekillendiren en büyük etkenlerden biri toprak ve o topraklara özgü kültür.Ve ben bu yüzden şair doğulmaz şair olunur düşüncesini benimsemişimdir. Aklınızı ve duygularınızı hatta kullandığınız dilin niteliğini bile en belirleyici koşullar sizin ve çevrenizdekilerin yaşama biçimleri. Şiiri yaşadığımız coğrafyadan damıtıyoruz bu sebeple hayata yapışan temalar şiire yansıyor. Ve her mekan başka bir farkındalık aslında…
* Aynalı Düşler Çarşısı'nda anne-kız, baba-kız, kadın-erkek ilişkileri, toplumun kadına bakışı, aşk, cesaret, mekansızlık gibi konuları irdeliyorsunuz. Anne; sabreden, bekleyen, avunan baba ise; yasak, ayıp, günah hatırlatıcısı olarak karanlık bir gölge gibi beliriyor şiirinizde. Kadını erkeğin namusu olarak gören zihniyete, baskılara dile gelip direnmek yerine dile düşmek kaygısıyla durumu kabullenen, susan hemcinslerinize de ''sır taşım ol çatla'' (s. 30) gibi dizelerle göndermede bulunuyorsunuz...
--Petek'cim benim için şiir buradayım,varım, söyleyecek sözüm hatta itirazım var demenin en anlamlı ve saygın yolu.Geriye kalan ise ne söylediğiniz dahası ne söylemek istediğinizle alakalı.Yani bir anlamda her şair kendi ukdelerini yazıyor.Kitabıma yansıyan kavramların kaynağı da bu sanırım. Ailesel, toplumsal kalıplara sığışmaya çalışırken çizginin dışarı taştığı yerde ne varsa şiirin teması olabiliyor. Senin de dediğin gibi kadın-erkek,baba-kız diyalogları da göze çarpan ilk başlıklar. Aslında ben kadın erkek kıyaslaması ve eşitsizliği üzerine herhangi birşey söylemekten yorgunum.Yorgunum diyorum çünkü bu konuda o kadar çok fikir ve değerlendirme okudum ki bu konuda sil baştan derinlemesine bir didikleme yapmak istemiyorum. Bunun yerine dilimin ucunda ne varsa şiirde anlatmak bana daha anlamlı geliyor.Küçük bir ironi bazen sayfalarca anlatılan düz yazıdan daha etkili. Kaldı ki İnsanın insana eşitlenemediği bir düzlemde kadının erkeğe eşitlenmesini beklemek çok mantıklı gelmiyor artık. Öncelikle insan olarak yan yana gelebilmek sonra daha detaylı bir bütünleşmeye geçmek söz konusu olabilir.Genel anlamda baktığımızda insanlar arasındaki eğitim ,sosyal, kültürel ve ekonomik mesafeler öylesine uzak ki erkeğin kadını ya da kadının erkeği anlamaması çokta tuhaf değil. Benim büyüdüğüm evde para kazanan tek insan babamdı mesela. Annem üreten değil tüketen konumdaydı ve bu ayıbı! kapatmak için her türlü hizmeti vermek zorundaydı. Misal babamın ayakabı iplerini bağlamak ve açmak gibi.Bu durumu çocuk yaşımda olmama rağmen yadırgadığımı anımsıyorum. Aklımın alamadığı bir tek yönlü sevgi gösterisiydi belki, belki de sessiz bir şiddet. Büyüyüp sokağa çıktığınızda anlıyorsunuz ki evdeki durum dışarıda da farklı şekillerde yaşanıyor. Evde ayakkabılarını kadına bağlatan eril ziihniyet dışarıda da var. Sadece ayakkabı numaraları farklı! Önemli olan, sistem tarafından yutuldukça sistemin içindeki diğer sistemleri de zorlayabilmek.
* Deliler Teknesi kasım 2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder